“Kara Tren” Türküsü: Hasretin ve Belirsizliğin Melodisi
“Kara Tren” türküsü var ya, hani hepimizin kulağına çalınmıştır o kederli ezgisiyle. Yalnızca bir türkü değil, resmen bir çağın kalbine kazınmış, acının ve umudun kol kola gezdiği bir ağıt. Dilden dile aktarıldı, nesiller boyu. Aslında hikayesi öyle eski ki, ta Osmanlı’nın çöküş yıllarına, Birinci Dünya Savaşı’na kadar uzanıyor.
Şimdi düşün, 1914’te savaş patlayınca Osmanlı her yerden gençleri topluyor, “hadi bakalım, vatan savunması!” diye cepheye yolluyor. O zamanlar hızlı ulaşım dediğin şey tren—başka ne olacak? Hem asker, hem mühimmat, hepsi bu kara dumanlı trenlerle taşınıyor. Millet de buharlı lokomotiflerin rengine bakıp adını koymuş: Kara tren. O kadar.
Ama mevzu trenin rengi falan değil. O kara tren, bir yandan umut; öte yandan tarifsiz bir matem. Bekleyen analar, babalar, sevgililer, çocuklar… Herkesin gözü yolda, kulağı trenin o içini delen düdüğünde. Garlar adeta birer bekleme salonu olmuş. Gelen her tren bir haber; kimi zaman yıllardır beklenen bir mektup, kimi zaman da acı bir haber. Şehit mi oldu, yaralı mı, sağ mı? Bazen de tren geçip gidiyor, geriye ne bir iz ne de bir haber. O sessizlik, var ya, insanın içini daha da kemiriyor. İşte o yüzden “Kara tren gecikir, belki hiç gelmez” sözü, türkünün en yürek burkan yeri.
Şimdi, sözlerin derinliğine bakınca… O bekleyişin tadı yok, insanın içi daralıyor resmen:
“Gözüm yolda, gönlüm darda / Ya kendin gel ya da haber yolla”—adam resmen “bir işaret ver, yeter ki sesini duyayım” diye yalvarıyor.
“Duyarım yazmışsın iki satır mektup / Vermişin trene, hâlini unutup”—bir umut doğuyor, ama mektup gelmezse o umut da pamuk ipliğine bağlı işte.
“Dağlarda salınır da derdimi bilmez / Dumanın savurur, hâlimi görmez”—tren geçiyor ama onun acıdan, bekleyenin halinden haberi yok; yalnızlık, çaresizlik had safhada.
Sözleri, bestesi Özhan Eren’e ait bu türkü, sadece bir ayrılık melodisi değil. Bildiğin toplumsal hafıza. Savaşın insanlara yaşattığı yıkım, belirsizliğin getirdiği o tarifsiz acı, koca bir neslin travması. O yüzden hâlâ dinleyenin içine oturur, hâlâ Anadolu’nun ortak hüznünü anlatır durur. Ve bence daha uzun yıllar da kimsenin yüreğinden silinmez.

